ELA 1.Kitap 26.Kısım

ELA 1.Kitap 26.Kısım
Mimar peri ev planını inceliyor ve uyumsuz olan yerleri ne şekilde uyumlu hale getireceklerini mühendis ile tartışıyordu.
Dekorasyon ustası kendi alanında incelemeler yapıyor ve neyi ne şekilde yaparlarsa daha güzel olacağını ekibiyle tartışıyordu.
Aynı şekilde peyzaj işini üstlenmiş olan peyzaj mimarı ve bahçıvanlar kendi içlerinde konuşuyor tartışıyorlardı.
Çok uzun sürmedi bir yarım saat kadar konuşup tartışmalar sonucunda, temin edilmesi gerekenlerle ilgili bir liste oluşturuldu ve listeler Ela’ya gösterildikten sonra temin edilmek üzere gönderildi.
Elbette ki temin edilecekler, satın alınacaklar vesaire anında orada olabilirdi fakat işin rolünü oynamak ve uygun davranmak adına, istenilen malzemeler 1-2 saat içerisinde parça parça gelmeye başladı.
Her grup kendisine ait olan malzemeleri aldıktan sonra işe koyuldu.
Gayet hummalı bir çalışma, kalabalık bir iş grubu, pek çok çalışan makine faaliyet gösteriyordu.
Her şeyden önce bir takım beton aksam yıkılmalıydı.
Yerine hazır beton olarak sanki sipariş verilmiş gibi istenen parçalar monte edilmeliydi.
Bu iş, böyle bir orkestranın müzik parçasını çalması şeklinde ahenk içerisinde ve hoş bir seremoni ile ilerleyerek devam ediyordu.
Mutfakta mutfak taşından dolabına, oturma gruplarına, masasından sandalyesine, ocağından fırınına her ne kadar yapılması gereken iş varsa tıkır tıkır yapılıyordu.
Odalarda yapılan işçilik berbattı.
Hepsi sökülerek öncelikle oda içine ebeveyn banyosu dediğimiz banyo, gömme dolapları, bunun dışında sıcak soğuk su
tesisatlarından, duşundan tutunda duşa kabinine kadar ne kadar yapılması gereken iş varsa onlar da yapılıyordu.
Elbette ki önceki ustaların hiçbir şekilde uygulamaya koymadığı, tamamen göz ardı edilen elektrik tesisatı yenilenmesi, sıva altı internet kablolarının döşenmesi işleri vardı ki bunlar da seri bir şekilde yapılıyordu.
Maalesef bunların hiçbirisi yapılmadan bazı yerler boyanmıştı.
Fakat yanlışa devam etmek büyük yanlış olacağından o duvarlar tekrar kazınmış, duvarın içinden geçmesi gereken
kablolar geçirilmiş, sıvalar yapılırmış, zımparalanmış ve sonrasında çok güzel bir şekilde yeniden boyanmıştı.
Yani bunların hepsinin 3-5 saniyede bitirilebilecek olmasına karşılık işin gün içerisinde tamamlanmaya yakın bir noktaya getirilmesi ve ertesi gün tamamlanması konuşulmuş ve iş öyle ilerliyordu.
Ve hakikaten akşam olduğunda rötuşlar dışında iş hemen hemen tamamlanmıştı.
Burcu Ela’ya, "Ela bu ustalar ya Melek ya da peri, normal bir insan bu kadar ahenkli ve güzel, aynı zamanda bir haftalık işi bir günde yapamaz, yanılıyor muyum?" diye sordu.
Ela o güne kadar hiç yalan söylememişti ve bu durumda da yalan söylemeden olayı nasıl gizleyeceğini düşünüyordu.
Mevlâna hazretlerinin güzel bir sözü aklına geldi.
"Doğru her zaman doğrudur ama doğruyu her zaman her yerde söylemek doğru değildir" diyordu Mevlâna hazretleri.
Yani karşınızdaki kişinin sorduğu kadarına cevap verirseniz doğru söylemiş olursunuz.
Fakat bu söylediğiniz doğru, gerçek doğruyu, doğru yolların toplamının doğrusunu yansıtmayabilir.
Fakat siz onun sorduğu soruya doğru cevap verdiğiniz için yalan söylememiş olursunuz demişti.
Ela da baktı ki bu işten kıvırmak mümkün değil, düşündü…
Bazen direk doğruyu söylemek karşıdaki kişinin onu bir anda hazmetmesini mümkünsüz kılacağından, karşıdaki kişi siz her ne kadar doğruyu söylüyor olsanız da onu yalan söylüyorsunuz, şaka yapıyorsunuz şeklinde algılayacağından galiba doğru yol buydu.
Ela Burcu'yu yanına doğru çekerek,
"Burcu bak burada gördüklerinin hepsi Melek...
Meleğin insanlara yakın olanlarına peri diyorlar.
Dolayısıyla söylediğin doğru...
Bunların hepsi peri.
Hatta şu mimar hanım pek bi peri" dedi ve hiç beklemediği bir şekilde Burcu’dan sağ omuzu ile ensesi arasına
yumruğunun alt etli kısmıyla sertçe bir vuruş hissetti.
Burcu;
"O pek bir peri kısmını pek sevmedim.
Fakat her ne olursa olsun gerçekten hepsi de insanüstü bir gayretle çalıştılar.
Her şeyi gözümüzün önünde ve çok hızlı bir şekilde yaptılar.
Bu insanları takdir ettim ve onlara teşekkür ediyorum" dedi.
Ela içinden, "oh yırttık" derken hafif bir kıkırdamalı gülüş duydu iç sesinden.
"Sende mi Brütüs" dercesine "Sende mi Sude" dedi.
Efendim,
"Çok özür dilerim fakat o kadar tatlı bir cilveleşmenin şahidi oldum ki, ister istemez bu tebessümü biraz abartmış
oldum, özür dilerim" dedi.
Ela,
"Sude’cim ben sana sadece takılıyorum.
Yoksa kesinlikle özür dileyecek bir durum söz konusu değil" dedi.
Ela Burcu’ya dönerek,
"Bu yumruğun hesabını da yazdım Burcu...
Gün ola devran döne, gece olur rüyalar değişir.
Elbet bir gün hesaplaşacağız" derken…
Dilek Hanım’dan hiç beklenmedik bir çıkış ile,
"Burcu o geçmişteki uçan terlikleri hatırlıyorsun sanırım...
Çıkarttırma bana ayağımdaki terliği...
Ela bu kadar uğraştı, sen ona hiçbir söz söyleyemezsin...
Sen artık benim üvey evladımsın.
Benim öz evladım bundan sonra "Ela" ona göre davran dedi.
Burcu,
Oh oh oh anne de gitti.
Akşam babayı da kafalar bunlar...
Ben garip ben yetim nay nay nay nay nay diyerek yavaş yavaş dış kapıya doğru yürüdü.
Birden döndü ve
"Her şey bitti, herkes gitti, siz ne yapıyorsunuz burada hadi gidelim, elimizi yüzümüzü yıkayalım, yemek vaktine
de şurada bir saat kaldı, epeyce de acıktık, hatta hiç farkında değilim ama öğlen yemeğini atladık biz değil mi?"
dedi.
Dilek hanım,
"Evet öyle bir ahenkli çalışma vardı ki o ahengin notaları bizi doyurdu sanırım.
Hiç benim de aklıma gelmedi öğlen yemeği dedi.
Ela,
"Bade Hanım birtakım kumanyalar getirmiş onları ustalara dağıttık, onlar yediler.
Fakat siz o sırada şömineye bakıyordunuz.
Sizden ses çıkmayınca ben de,
"Elleme Bade onlar acıkırsa söylerler, o zaman onlara yemek verirsin, söylemezlerse akşam kurt gibi aç olurlar ona
göre hazırlık yap." dedim dedi.
Eve geçtiklerinde hepsi kendi odalarına giderek temizlendiler giysilerini değiştirdiler ve kurt gibi aç olduklarını hissederek odalarından çıktılar.
Odalarından çıktılar ama evin içerisindeki o enfes kokular onları sanki böyle merdivenlerden aşağıya bedensiz birer hayalet gibi indirdi.
O kokunun büyüsüne kapılmış olarak sanki uçuyorcasına yemek masasının yanında buldu herkes kendisini.
Burcu servisle meşgul olan Bade periye,
"Bade abla neler yaptın bize" diye seslendi.
Bade peri,
Burcu'cum ne ararsan var...
Ne aramazsan da var...
O da var bu da var...
Hatta şu da var...
Sen ne istersen o yemek var.
Bak masanın üzerinin zenginliğine...
Ayrıca servis arabasındaki diğer meze çeşitlerini de görmezden gelme.
Sonrasında da size muhteşem tatlılarda ikram edeceğim.
Burcu büyük bir hevesle koşarak Bade perinin yanına gitti ve boynuna sarıldı.
"Bade abla öyle bir güzel ablasın ki beni benden geçirdin.
Senin gibi güzel bir abla için ne desem az, çok teşekkür ediyorum." dedi
Ela takılmadan duramadı ve
"Oh oh oh nispet yapıyorsun öyle mi?
Adam çalmaca ha!
Annenin bana evladım demesini, hem de en bi birinci evladım demesini hazmedemedin, şimdi de bu yolla intikam
almaya çalışıyorsun değil mi?" dedi
Burcu öfkeli şirin moduna girmişti ve kulaklarından duman, gözlerinden ateş fışkırıyordu.
"Ela’cım sen bu durakta ancak bir otobüsün durduğu kadar durursun...
Anne de bizim, Bade de bizim...
Hadi bakalım şöyle masanın uzak bir köşesine otur da gölgen dokunmasın bize" dedi.
Onlar bu kadar tatlı bir atışmanın içerisindeyken diğerleri onlara gülüyor ve bu tebessümler içerisinde herkesin iştahı açılmış olarak yemek masasında yerini buluyordu.
Aysun anneannenin ve Ela’nın annesi Eda’nın içi kıpır kıpırdı.
Ela'yı ilk defa böyle görüyorlardı.
Ela genelde pek konuşmaz iç dünyası ile meşgul olurdu.
Oysa şimdi her şeyi bir kenara bırakmış sadece Burcu ile ilgileniyordu.
Her ne kadar çok olgun bir yapısı olsa da neticede o da ergenlik çağında bir ergendi.
Yine kendisi gibi çılgın bir ergen olan Burcu ile karşı karşıya kalmıştı.
Belki gücü ile dünyaları dize getirebilirdi fakat Burcu onun karşısında dimdik ve sapasağlam duruyor, ona meydan okuyordu.
Kenan Bey ve Dilek hanım cephesinde de durum aynıydı.
Kenan Bey, pek fazla sosyal olmayan, dersleriyle meşgul olan, çok zeki bir kafa yapısına sahip kızını ilk defa her şeyi bir kenara bırakmış olarak, bir erkek çocuk ile didişirken görmenin şaşkınlığını ve aynı zamanda hazzını yaşıyordu.
Onların gözünde bu, kızlarının bluğ çağından kadın olmaya doğru attığı ilk hoş adım olarak görülüyordu.
Perilerin de yaşantıları öyle pek aman aman hareketli değilken, bir anda böyle bir renk cümbüşünün içinde olayları seyrederken farklı bir haz duygusu ile için için coşuyorlardı.
Bade peri olsun, ev işleri ile meşgul Asuman peri olsun, diğer mekanik işlerle meşgul yani çamaşır, bulaşık, tamirat, tadilat gibi işlerle meşgul olan Aysu peri olsun, olaylar karşısında aldıkları haz ile enerjilerinin dolduğunu ve sanki böyle boylarının uzadığını hissediyorlardı.
Çünkü onların gördükleri Ela, şu an ışıl ışıl ışıldıyor ve çevreye enerji saçıyordu.
Elbette ki kraliçe Eli ve onun takımı, görünmez olarak olayları perde arkasından izlerken onlar da zaman zaman kahkahalar içinde kalıyorlardı.
Çok güzel sohbetler eşliğinde yemeklerini yediler, tatlılarını ikram olarak aldılar ve peşine Bade periye teşekkür ederek masadan kalktılar.
Burcu Ela’ya dönerek,
"Ela çok yedik sanırım...
Bunu nasıl hazmedeceğiz?
Hazmetmeden yatarsak sabaha kadar yatakta kabuslar görür, döner dururuz. Ne yapsak?
Buraları en iyi sen biliyorsun.
Çıkıp dolaşacak bir yerler var mı?
Yoksa başka bir şeyler mi var?
Senin aklında bir şeyler var mı?
Söyle de yapalım.
Yoksa ben şurada koltukta uyur kalırım biraz sonra" dedi
Ela Burcu’ya,
"Seni gezdirebileceğim pek çok yer var fakat şu an bahçedeki atmosfer o gideceğimiz yerlerden daha güzel...
İstersen gel önce bahçede biraz oturalım ve bir şeyler içelim, biraz sohbet edelim.
Sonrasında prenses ne tür bir etkinlik arzu ediyorsa O'nu oraya götürürüm." dedi.
Sonbahar yaklaşıyordu ve dışarısı gündüzleri her ne kadar sıcak olsa da geceleri soğuyordu.
Burcu,
"Tamam sen ne dersen onu yapalım...
Çünkü sen buralarda daha tecrübelisin ve ben sana tabiyim" dedi.
Birlikte üzerlerine hırka gibi soğuktan koruyucu bir şeyler alarak bahçeye çıktılar.
Bahçe aslında her zamanki bahçeydi ama onların bahçeye çıkacaklarını duyan periler birtakım özel hazırlıklar yapmışlar ve süslemeler içerisinde bahçeyi onlara sunmuşlardı.
Öncelikle çok hoş bir kamelya yapmışlardı.
Bu kamelyada oturdukları yer aynı zamanda güzel bir salıncaktı.
Tatlı tatlı ve hafif hafif sallanırken aynı zamanda sohbet etmeleri için muhteşem bir yaz meltemi estiriyorlardı.
Bade peri onlara bir takım atıştırmalıklar, kuruyemişler ve içecek olarak çok güzel demlenmiş hoş bir çay ikram etti.
Bu ikramı yaparken elbette ki salıncağı sabitleyerek koltuk modeline çevirdi ve önlerine masayı çekti.
Fakat masa böyle çok yüksek bir yemek masası gibi değil de sehpa ile masa arasındaki yüksekliğe sahip biraz alçakça bir masaydı ve böylece manzarayla olan irtibatları kesilmiyordu.
Manzara ile dedik ama manzarayı tarif etmenin mümkünü yok...
O kadar güzel yapraklara sahip ağaçlar vardı ki bahçede...
Ay ışığının o yapraklara vurması ile oluşan ışık pırıltıları anlatmaya kelimeler yetmez derecesinde güzeldi.
Aynı şekilde yazın sonu olmasına karşılık, sanki ilkbaharın sonuymuşçasına çiçekler coşku içerisinde tüm güzelliklerini sergiliyor ve de o hoş kokularını etrafa yayarak müthiş bir rayiha oluşturuyorlardı.
Bahçenin ortasındaki içinde türlü türlü balıkların olduğu havuz çok hoş su seslerine eşlik ediyor ve balıklar da zaman zaman sudan sıçrayarak hoş bir görüntü oluşturuyorlardı.
Aynı şekilde suyun üstündeki nilüfer çiçekleri o görüntüyü tamamlıyordu.
