Hırçın Kız 1.Kitap 10.Kısım

Hırçın Kız 1.Kitap 10.Kısım
Aykız Semih'e dönerek;
- "Biliyorum çok farklı ve talihsiz olaylar zinciri içinde tanıştık, fakat şunu bilmeni istiyorum ki, hiç
birisinde sana karşı bir direkt hareketim yoktu ise de, yine de hepsini unutarak sıfır bir başlangıç için elimi
uzatmak istiyorum. " dedi
Semih bu cümleyi dinlediğinde sevindi çünkü Aykız'dan;
- "senin yüzünden şu başıma gelenlere bak" türünde bir cümle beklerken bu söyledikleri rüya gibiydi.
Hemen lehine dönmüş olan durum üzerine, duruma hâkim olarak başlamak için ağzını açmıştı ki;
sanki akşamdan bu yana herkes aklını okuyordu. Aykız;
- "Her ne kadar kalene bir gol atma fırsatım varken atmayarak, topu getirip orta sahada sana verdiysem de;
bu al bu topu ben senin kalene gol atmadım ama sen benim kaleme gol atabilirsin demek değil...
Lütfen golsüz bir beraberlikle bitirelim bu maçı ve dostluk kazansın." dedi
Semih'in bu golsüz beraberlik ve dostluk mesajları ile dolu cümle çok hoşuna gitmişti.
Bu noktada;
- "Aykız ne düşünüyorsun Çınar dedenin sana vererek bana iletmeni istediği anahtar, çakı ve iplik parçası
hakkında?" dedi.
- "Çok düşündüm ve sanırım bir tahminim oluştu konu hakkında...
öncelikle anahtar ve çakının üzerindeki motifler, bağ evinin giriş kapısının üzerinde bulunan motiflerle aynı.
Buradan yola çıkarsak, sanırım araştırmamızın temel noktasını, bağ evi oluşturacak." dedi
Semih biraz düşündüğünde motifleri hatırladı.
Aykız doğru noktada düşünüyordu.
Bunun üzerine köy kâhyasını arayarak, Ayten Hanım ve Ragıp amcanın Çınar dedenin merkezdeki evinde kalacağını ancak, kendisi ile şoförü Halil ile yanlarında getirdikleri, onların da tanıdığı Aykız'ın bağ evinde kalacağını, ona göre hazırlık yapılmasını söyledi.
Sonrasında annesini de arayarak Aykız'ın fark ettiği motiflerden bahsetti ve bu duruma göre kalma planı hazırlattığını söyledi.
Ayten hanım konuya duygusal fevrilikte bir yaklaşımda bulunmak üzereyken, Ragıp amcanın az önce söylediklerini
hatırlayarak;
- "Nasıl uygun ise öyle yapın." dedi
On dakika kadar sonra köye varmışlar ve herkesin ilgi odağı oldukları bir halde arabalardan inmişlerdi.
Öncelikle beldenin hanımının ve veliahdı sayılan Semih'in, beldeye teşrif etmesi sebebiyle, töre ve geleneklere uygun konukseverliklere uydular.
Sonrasında ise, yol yorgunluğunu atmak için, hem dinlenip hem de kendilerine yapılan ikramlar ölçüsünde bir kahvaltı yaptıktan sonra, Ayten hanım ve Ragıp amca beldenin ihtiyarları ile konu üzerinde görüşürken, Semih, Halil ve Aykız kalacakları bağ evine geçtiler.
Beldeye göre üç dört kilometre dışarıda ve tepenin yamacında olan bağ evine geldiklerinde, Kâhya’nın talimatları ile hazırlanmış hoş bir ortam ve sevdikleri insanlardan oluşan bir yardımcılar topluluğu ile karşılaştılar.
Semih'in bu yardımcıların her birisi ile çocukluğundan bu yana yaşanmış pek çok hatırası mevcuttu.
Her birisi de, çok sevdikleri Semih için hayatları pahasına yanında olacak kadar sadık insanlardı.
Semih bu bölgedeki yardımcıların kıdemlisi olan ve Hasan emmi olarak tanınan babacan insana dönerek;
- "Hasan emmi dedem en son ne zaman buraya geldi ve bağ bozumu ile bağ ile ilgilenme zamanları dışında, buraya
geldiğinde nerede neler yapardı?" diye sordu.
Hasan emmi bir süre çenesini sıvazlayarak düşündükten sonra, en son bir kaç gün önce buraya geldiğini ve bağ içindeki kuyu ile ilgilenip durduğunu, hatta bir ara ortadan kaybolduğunu ve köye döndüğünü sandıklarını ancak iki gün sonra, onu gene kuyu başında gördüklerinde, köye hiç gitmediğini öğrendiklerini anlattı."
- "bu iki gün boyunca nerede ne yaptığını öğrenemeden tekrar ortadan kaybolduğunu ve bugün itibariyle dört gündür kendisinden haber alınamadığını" ekledi
Semih söylenenleri dinledikten sonra döndü ve Aykız'a baktı.
Aykız kaşlarını kaldırmış ancak, aynı zamanda gözlerini de açmış ve doğru iz üzerinde olduklarını teyit edercesine hafifçe başını yukarı aşağı sallıyordu.
Semih, Hasan emmiye teşekkür ederek, işinin başına dönmesini söyledikten sonra, Aykız'a döndü ve
- "gidip bir görelim şu kuyu" dedi.
Halil hep yanlarında olmasına rağmen konuşmalara katılacak bir ek bilgisi olmadığından, sadece izlemekle yetiniyordu.
Hep birlikte, bağ evinden sadece bir kaç yüz metre ileride bulunan kuyuya doğru, yürümeye koyuldular.
Semih bu esnada mesleği olan mimarlığın da getirdiği hislerle, kuyuyu düşünüyordu.
Deniz seviyesinden çok yukarılarda olmasalar da, bağ bölgesi genelde çorak bir alan olduğundan, yer altında bir su kaynağı olma ihtimali zayıftı.
Ancak yine de bölgedeki yüksek tepelerde toplanan yağmur sularının, bulundukları yerde bir havza oluşturmuş olması da, ihtimal dışı değildi.
Halen su çıkartılamayan kuyulara halk kuyu demez, "kör kuyu" derdi ve bu kuyu için o deyiş hiç söylenmemişti.
Tüm bunları düşünerek yürürken, hızlanmış ve gurubun biraz önünde yürümeye başlamıştı ki;
bir anda kendi çığlığı ile kendine geldi.
Kuyuya giden yol üzerinde iki metre kadar boyu olan, sarı bir yılan, kafasını yerden iki karış kadar yukarıya kaldırmış vaziyette, Semih'e bakarak dilini dışarı çıkartıp, sonra tekrar tekrar içeri çekiyordu.
Semih'in feryat edercesine attığı çığlığını duyan Aykız, yolun üstünde duran yılanı fark etmişti.
Ani bir refleks ile Semih'e;
- "Sakın yerinden kıpırdama ve yılanın gözlerine bakma, gözünü ayıramıyorsan kuyruğuna doğru bak" dedi.
Semih'in zaten dizlerinin bağı çözülmüştü ve yerinden kıpırdama ihtimali yoktu.
Aykız ne yapacağını bilmiyordu fakat bu şekilde davranıldığında, yılanın onları düşman olarak algılamayacağını, balıkhanedeki yaşlıların askerlik anılarını dinlerken duymuştu.
Herkes heykel gibi donmuş bir vaziyette duruyor, yılan da aynı pozisyonunu koruyordu.
Az sonra yılan dilini içeri dışarı sokup çıkarmayı durdurdu ve dilini tamamen dışarı çıkartarak, tıslamaya başladı.
Sanki onlarla konuşuyor ve bir şeyler söylüyor gibiydi.
Semih bu tıslamanın ritmik bir şekilde çıktığını görünce, o ritimli tıslamaya daha derinden kulak kabarttı.
Dikkatle dinlenildiğinde, çıkan sesin içinden tıslamayı ayırt ederek, yılanın söylediklerini algılayabileceğini hissetti ve iyice kulak kabarttı.
Yılan;
- "Tııssssiiiii tııssssiiiii tısssssszzz tııssssgg tıısssseeeee" dedikten sonra, dilini içeri dışarı yaparken de
sonunda...
- "lık lı lı lık" şeklinde "L" anlamında, cümlesini devam ettiriyor ve sonra tııssssiiiii tıısssssssnnn ile
tamamlıyordu.
Sonra da aynı nakaratı tekrarlıyordu..."
Bulmaca gibi düşünüldüğünde, kriptolarını yerine oturttuğunuzda;
- "Siz gelin" dediğini hissettiler.
Yılan onlara kendisini takip etmelerini söylüyordu sanki ve nihayetinde dönerek kuyuya doğru ilerlemeye başladı.
Bir an tereddüt ettilerse de, sanki büyülenmişçesine, yılanın peşinden temkinli adımlarla gittiklerini fark ettiler.
Yılan kuyuya ulaştığında, üstüne tırmandı ve kuyu demirinin kenarındaki bir halkanın içinden geçti.
Halkanın içinden geçmesini tam olarak tamamlamadan döndü ve kendine düğüm atarcasına, bir kez de kendi içinden geçti.
Bunun sonucunda yılanın kuyruğu halkada düğüm olarak kalmışçasına, iki metrelik gövdesini aşağı sarkıttı.
Gövdesi aşağı sarkmış vaziyette bir an durduktan sonra, kuyruk kısmından aldığı kuvvetle başını dikelterek bir metre kadar yukarıya doğruldu.
Başının ulaştığı yerde, ucunda halka olan bir başka demir vardı.
Bu defa başını da o halkadan geçirerek, sanki orada da bir düğüm oluşturmuş izlenimi verecek şekilde, bir süre durduktan sonra, yine sonlarını dikkatle dinleyince, "bu" kelimesinin çıkacağı şekilde tısladıktan sonra, kendisini tüm halkalardan kurtararak kuyunun içine atlayıp kayboldu.
Üçü de bu esrarengiz olayı izlemişler ve yılanın kendilerine anlatmaya çalıştığı şeyi hissetmişlerdi.
Semih, Aykız'dan dedesinin kendisine gönderdiği üç eşyadan biri olan ip parçasını istedi.
İp parçasını eline alarak yukarı kaldırdığında yılan ile aynı boyda olduğunu fark etti.
Sonrasında ipin bir ucunu yılanın ilk geçtiği halkaya geçirerek düğüm attı.
Sonra diğer parçayı aşağı sarkıtarak kuyunun biraz içinde olan halkadan geçirdi.
Sonrasında biraz kuyuya sarkarak oraya da bir düğüm attı ve devamında ne yapacağını düşünmeye koyuldu.
Üstteki halka kuyu demirine sabit olduğuna göre, çözmesi gereken gizem diğer halkanın olduğu yerde olmalıydı.
Bu noktadan sonra, birkaç deneme yapıp, sonuçları gözlemlemeden yeni bir şeyin düşünülemeyeceğini anladı.
Yardım alarak kuyuya sarkıp, içerideki halkaya baktı
Fakat hiçbir özellik göremedi.
Başını kuyudan dışarı çıkarmaya çalışırken, havalı görüneceğim diye, böyle bir yere gelirken giydiği kösele ayakkabı, kaydı.
Tam kuyunun içine düşüyordu ki, çan havliyle halkalara bağladığı ipe tutundu.
Semih’in ağırlığı tartan ip önce gerildi ve ardından kuyu içinde halkanın takılı olduğu taşı yerinden çıkarıverdi.
Artık boşalan ipe tutunan Semih, ipin ucunda sallanan taşa adeta yapışmışçasına sarılmış vaziyette, kuyunun iki metre kadar içindeydi.
Tırmanıp çıkmayı düşündüğü sırada, halkalı taşın yerinden çıkmasıyla oluşan boşluğa gözü takıldı.
Oradaki ışığın loş olmasına rağmen, bir anahtar deliği görülebiliyordu.
- “Buldum, buldum” diye bağırdı.
- “Anahtar deliği bu çıkan taşın olduğu yerde” dedi.
Aykız ve Halil sadece seyrediyorlardı ve Semih’in içinde bulunduğu durumunu anlamamış olmasını diliyorlardı.
Çünkü Semih anladığı anda panik yapacaktı.
Aykız her şey normalmişçesine seslendi;
- “Tebrikler, olay sende, aynen devam et” dedi.
Semih normalde pek çok şeyi aynı anda düşünebilirken, gizemin verdiği adrenalinle, sadece anahtar deliğine odaklanmıştı.
