Hırçın Kız 1.Kitap 14.Kısım

Hırçın Kız 1.Kitap 14.Kısım
Yedi her zaman ayrı olmalı ki; onların inceleme ve matematiği tüm gruplara zor gelecek ve sıkacaktır.
Haydi, şimdi üç tane dörtlü grup ve bir tane de ikili grubumuz var.
Keşif turuna çıkabiliriz.
Akşam saat yedide yemek yenilecek.
O zamana kadar keşif turuna devam.
Bir şeye ya da bir içeceğe ihtiyacı olanın, bunu dile getirmesi yeterli.
İstediği ona gelecektir.
Onun isteğinin peşine gitmesine gerek yok" dedi dedem.
Gruplandırmaya kimsenin itirazı olmadığı gibi, mantıklı gruplandırma herkesin hoşuna gitti.
Bu kadar ayrıntıyı hatırlaması ve uygun eşleşmeleri anında yapmış olması, topluluk önünde o anda Semih’in lider pozisyonunun doğal kabulünü de sağladı.
Ayrılıp yola çıkacakları sırada, tatlı bir melodiyi andıran çırpmalardan oluşan minik kanat sesleri duyuldu.
Sesin geldiği tarafa baktıklarında; her biri on santimetre büyüklüğünde, bir grup arının kendilerine doğru yaklaşmakta olduğunu gördüler.
Semih önceki gün yaşadığı olayı hatırlayarak, gayri ihtiyari bir şekilde eliyle kaba yerini tutup telaşlanmaya başladı.
Arı sandıkları grup, daha yakına geldiğinde bunların arı değil, Peter Pan filminde olduğu gibi Tinkerbell misali, küçük pericikler olduklarını gördüler.
Sonrasında, dağılan periciklerin her biri oradaki insanlardan birisinin karşısına geçip dikildi.
En öndeki peri konuşmaya başladı ve
-“Rahat olun bizler sizin için seçildik.
Her birimiz size hizmet için geldik.
Bu seçimler yapılırken sizlerin tabiatı göz önünde bulunduruldu.
Yani her bir peri sahibinin duygu, düşünce ve özelliklerini taşıyor.
Görevimiz sizlere yardım etmek, sizleri korumak ve ihtiyaçlarınızı sağlamak.
Kısacası, bizler sizin yardımcı perileriniz.
İsmimiz yok, bizlere Siz isim koyacaksınız ve bizi ne şekilde kullanmak istediğiniz size kalmış.
Bizim görevimiz sizin isteklerinize yerine getirmek.” Dedi.
Herkesin yüzünde mutlu bir şaşkınlık vardı.
Semih kendi periciğine baktı ve ona bir isim düşünmeye başladı.
Perisi bir tür işlevsel gölgesi olacaktı.
-“Benim perimin adı Gölge olsun” dedi.
Diğer arkadaşları da sevinç içindeydiler ve perilerine isim veriyorlardı.
Ay kız; Balıkçı barınağında kendilerini bunca zamandır koruyup kollayan kangal köpeğinin ismi olan Reis’i, perisine vermek istedi.
Ancak perisinin bir kız peri olduğunu düşünerek, bu ismin uygun olmadığını hissetti.
Perisine baktığında aynı kendisi gibi iç geçirdiğini gördü.
O da balıkçılarla yemek yerken naz yaparak iç geçirdiğinde, yemeğin en güzel kısmını ona verirlerdi.
Vay vay vaayyy dedi içinden.
Demek benim numaramı bana yapıyorsun, ben de sana ona göre isim veririm diye düşündü ve benim perimin ismi de "Safinaz" olsun dedi.
Halil periciğine çoktan “dostum” demeye başlamıştı.
Diğerleri de Perilerine isim vermeye başladılar.
Neşeli bir olaydı ve yaşandı bitti.
Semih'in perisi Gölge söz aldı ve dedi ki;
-“Sizin reisiniz nasıl ki Semih Bey ise, bu perilerin Reisi de benim” dedi.
Perilerde her ne kadar cinsiyet olmasa da, Peri kendi sahibinin cinsiyetine ve simasına sahipti.
Gölge peri; -“Bir detayı söylemem gerekiyor” dedi ve davam etti.
-“Şimdi bizi görüyor ve konuşup cevap alıyorsunuz ya.
İşte diğer insanların yanında bu böyle olmayacak.
Bizimle konuşurken sesinizle değil, düşüncelerinizle de konuşabilirsiniz.
Her peri; her zaman değil ama sahibi ona seslendiğinde düşüncelerini duyar.
Ona cevap verir ve cevabı da sadece sahibi tarafından duyulur.
Bunun dışında sizin düşüncenizi başka birinin perisi duyamadığı gibi, o perinin sahibine verdiği cevabı da sadece
sahibi duyabilir.
Sahibi herkesin duymasını isterse o başka tabi.
Ve son olarak da başkalarının yanında iken, siz aksini istemedikçe görünmez oluruz.
Şimdi sizleri topluca selâmlıyor ve görevlerimize başlıyoruz.”
Sonrasında Semih, Aykız, Halil ve Hande birlikte;
Derde, Sefer, Vâkıf ve Nazar ikinci bir grup halinde;
Ercüment, Nigâr, Maksut ve Yadigâr üçüncü bir grup halinde;
Yâde ve Âdem de dördüncü bir grup halinde gezintiye çıktılar.
Etrafta gördükleri her şey hayallerini süsleyen türden, muhteşem manzara ve içinde yaşayanlardan
oluşuyordu.
Tek kelime ile muhteşem bir ortamdı.
Bu şekilde hayran hayran etrafa bakınırlarken;
Gölge peri kendini göstererek
-“Her ne görüyorsanız grubunuzun ortak rahatlatıcı öğelerinden oluşan ve o an oluşan gerçekliklerdir.
Burası da neresi diye düşünmeyin.
Her ne görüyorsanız sizin mutlu hayallerinizin gerçekliğe uyarlanmış görüntülerinden ibaret.” Dedi.
Semih gülümseyerek; -“ortalıkta bu kadar sevimli hayvanın dolaşmasından anlamalıydım, Aykız’ın rüyasında olduğumuzu” dedi.
Aykız da altta kalmayarak; -“Bu köprüler, yollar ve binalar da senin rüyan o zaman, güzelim doğayı mahvedenin sen olduğunu anlamalıydım” dedi sert bir şekilde.
Sonrasında kısa bir sessizlik oldu ve gülüşmelerle tatlı bir hava sağlandı.
Semih bir an düşündü ve cidden ortada bir karmaşa oluşmuştu.
Evet, ortak olarak orada olan her şey gerekliydi ve insanları mutlu eden şeylerdi ancak;
ortamı biraz sadeleştirmek, yorucu olmanın önüne geçebilirdi ve bu düşüncesini seslendirerek, şöyle yapalım
dedi.
-“Madem ortamı biz plânlıyoruz...
Aşırılıkları terk edelim, daha sade bir ortam olsun.
Mesela şehir değil de, doğa ile iç içe bir kasaba olsun.
O tavla oynayan ve etrafta tezahürat edenlerin sahibi de sanırım Halil.
O bitki dükkânları ile kahve falına bakılan kafe de Hande’ye ait herhalde.
Kasabadaki mimarinin dev binalar değil estetik ufak yapılar, hoş küçük köprüler gibi benden olsun.
Aykız sen de bize lütfen pembe filler gösterme.
O neydi öyle pembe pembe filler.
Çoğu daha önce gördüğümüz sevimli hayvanlar ve sempatik birtakım yeni hayvanlara okey.
Halil ve Hande’nin aşırılığı yok zaten, daha estetik işlenirse hoş olacaktır.
Hepimizi mutlu eden bir ortamda buluşmuş oluruz.
Tek başınıza iken kendi dünyanızı kendiniz yapın, o şahsi dünyanız olsun.” Dedi.
Handenin;
-“Makul” demesiyle Halil ve Aykız da başını salladı.
Hemen ardından ortam herkesi mutlu eden bir şekle bürünüverdi.
Gerçekten de çok hoş olmuştu çevre.
Orman içinde, göl kenarında, içinde ve etrafındaki ormanda hayvancıklar olan güzel bir kasaba, içinde yaşayanlar dost ve mutlu bir haldeydi.
Sonradan öğrendiklerine göre, diğer gruplar da aynı mantıkla kendi çevrelerini kurmuşlardı.
Derde, Sefer, Vâkıf ve Nazar; eski “Üsküdar’a gider iken İstanbul” tarzı bir kasaba.
Ercüment, Nigâr, Maksut ve Yadigâr; biraz “future” yani gelecek zaman dünyası.
Yâde ve Âdem ise bir tür bilim akademisi tarzı bir ortak noktada buluşmuşlardı.
Kısacası burada geçirilecek zaman dilimlerinde herkes mutlu olacağı bir ortama kavuşmuştu.
Akşama doğru yemek için ana binayı ararlarken her gelen durdu ve baka kaldı.
Ana bina “Emirgan Korusu Köşkleri” tarzında bir yapıydı.
Hem kendisi hem de çevre düzenlemesi muhteşemdi.
Sadece Emirgan Korusu köşklerine göre, kırk kat daha büyük denebilecek büyüklükteydi.
İçeri girdiklerinde daha da şaşırdılar...
İçerisi her yönüyle tarih kokuyordu.
Çınar Dede onları karşıladı ve oturmalarını istedi.
Sadece on dört kişi değil, on dördün on dört asistanı ile Semih ve Aykız’ın olmayan ama diğer asistanların olan uygulayıcı yardımcıları da olmak üzere, toplam kırk kişi de oradaydı.
