Hırçın Kız 1.Kitap 2.Kısım

...

Hırçın Kız 1.Kitap 2.Kısım

- "Hastaneden birisi basına haber vermiş olabilir...
Arka taraftan çıkalım, arabayı da zaten o tarafa aldırdım" dedi Halil.

- "Evet, mantıklı öyle yapmak gerekir" diye cevap verdi Semih.

Bunun üzerine hastanenin bodrum katına inerek, personel çıkışından çıkmak üzere harekete geçtiler.

Bodrum katına indiklerinde, gürültülü bir bağrışma duydular ve o olayın olduğu yerden olabildiğince uzak durmaya çalışarak, çıkışa yöneldiler.

Tam çıkışa yaklaşmışlardı ki, o taraftan birkaç kişinin bağırarak bu tarafa geldiğini gördüler ve şimdi atışmanın tam ortasında kalmışlardı.

Yeni gelenlerin içinde balıkçı kıyafeti ve çizmeleri giymiş bir genç kız;

- "bunca balığı arabadan indirmeden önce, kontrol etmeden, tamam onları biz istedik diyorsunuz.
Ve şimdi de biz iki kasa balık istedik, burada yirmi kasa var, alın götürün bunları diyorsunuz.

Gönderdiğiniz ipariş formu burada bakın, yirmi yazıyor.

Bunca balığı sabahın bu saatinde, çok çok önemli dediniz diye, sizin için bulana kadar neler çektik.

Hadi onu da geçtik, bunca kasayı buraya kadar taşıttınız ve tek tek balıkların tazeliğini incelediniz.

O zamana kadar kimse biz bu kadar balık istemedik demedi de, biz buradan ayrıldıktan iki saat sonra, bizi tekrar çağırıp, biz bu kadar balık istemedik diyorsunuz.

Siz insanlarla alay mı ediyorsunuz..." diye elinde tuttuğu ahtapotu sallayarak bağırıyordu.

Her ne olduysa aşçının;
- "ben bu kadar balığı hastanenin duvarlarına mı yedireceğim?
Ne kendini bilmez, aile terbiyesi almamış insanlarsınız, çabuk alıp götürün bunları buradan" demesiyle oldu.

Ve elinde ahtapotu sallayarak konuşan genç kız, değme hentbolculara taş çıkartır bir şekilde havaya zıpladı.

Yanındaki adamlar sadece;
- "Aykız dur yapma" diyebildiler.

Ancak "aile terbiyesi almamış sözünü duyan Aykız'ı, bu andan itibaren tutmak mümkün değildi.

O zıplama ile elindeki ahtapotu, kaleye atarcasına aşçının kafasına doğru savurdu.

Ancak aşçı da boş adam değilmiş ki, ani bir vücut hareketi ile kendine savrulan ahtapottan kurtuldu.

Ve ahtapot, olayın ortasında kalan ve bir kenara sinmiş bulunan Semih'in kafasına dolandı.

Henüz birkaç saat önce, denizden çıkarılmış ve yarı canlı sayılabilecek ahtapot, Semih'e sımsıkı yapışarak onu sarmaladı...

Bir saat sonra kendisine gelen Semih, yine kendini hasta yatağında buldu...

Ve bu defa kendisine serum bağlanmıştı.

Ancak anlamadığı şey, elleri ve yüzü neden yangında yanmış gibi bandajlıydı.

- "Halil" diye bağırdı ve Halil büyük bir çeviklikle yanında beliriverdi.

- "Ne oldu bana?" diye sordu.

Halil sadece şey demişti ki, olayı hatırlayıverdi.

Ve duyan bir çocuğu ağlatacak kadar şiddetle bağırmaya başladı.

Doktor ve hemşireler içeri girdiler ve Doktor Azmi Bey;
- "geçmiş olsun, biz her ihtimale karşı verdik serumu...
Önemli bir şeyiniz yok Semih Bey" dedi.

- "Ellerinizde ve yüzünüzde de önemli bir şey yok.
Sadece kendinizde değilken, yüzünüzü kaşımayın diye bandajladık." der demez Semih;
- "yüzüm, yüzümde ne var? Ne oldu yüzüme?" diye yine bağırmaya başladı.

- "Yüzünüzde de bir şey yok Semih Bey...
Sadece ahtapotun vantuzlarının izi kaşıntıya sebep olur ve kaşırsınız da, mikrop kapabilir diye önlem aldık." dedi Doktor Azmi bey.

"Ahtapot, vantuz, mikrop, ahtapot, vantuz, mikrop..." diye söylenirken, bir kere daha kendinden geçti Semih.

Kaçıncı kez tekrar kendine geldiğinde, yanında yine sadece Halil vardı ve;
- "artık bir an önce hastaneden çıkalım mı Semih Bey?" dedi.

- "Evet, evet derhal bu hastaneden çıkalım.
Basın falan da umurumda değil...
Derhal çıkart beni buradan" diye, mecali kalmamışçasına kısık bir sesle haykırdı Semih.

Yüzü zaten bandajlıydı ve kafasına da bir şapka geçirdikten sonra, ön kapıdan çıkarak, arabaya binip öncelikle eve gitmek üzere hareket ettiler.

Eve geldiklerinde, her zaman onları karşılayan Semih'in özel hizmetlisi ve hizmetçisi ortalarda yoktu.

Köşk bile kendinden sorulacak hesabın korkusundan, sessizliğe bürünmüştü.

Her şeye rağmen, anne yüreği işte ki, annesi kapıdan gözüktü ve
- "hoş geldin oğlum, nasıl oldun, daha iyisin ya..." dedi

Semih olayı hatırlatacak hiç bir şey duymak istemiyordu ve
- "Lütfen anne şu an bu olayı konuşarak bir kere daha yaşamak istemiyorum.
Lütfen o konudan bahsetme ve hatta imasında bile bulunmasın kimse" dedi.

Annesi bildiklerinin dışında bir şeyler olduğunu anladı.
Ancak sorma cesaretini kendinde bulamadığı için;
- "çıkmadan önce bir şeyler yemek ister misin? Sevdiğin poğaçadan da aldırdım" dedi.

Ancak havada esen olayın soğuk rüzgârı, lafının sonunun bile duyulmayacak kadar sessiz çıkmasına neden olmuştu.

- "Anne benim hemen çıkmam gerekiyor.

Keşke anne sözü dinlese ve evden biraz daha geç çıksaydı.

Ancak başa ne gelecekse, engel olunamıyor ve geliyordu.

Kader böyle bir şey olsa gerek...

Semih kısa sürede duşunu almış, üzerini değişmiş ve biraz abartıya kaçarak, yüzündeki vantuz izlerini kapatacak kadar da pudra ve krem sürmüş bir vaziyette evden çıktı.

Evde bulunanlardan kimseyle göz göze gelmemek için, havaya bakarak yürür gibi davranarak arabaya yaklaştı.

O sırada yardımcısı Halil arabayı siliyordu.

Her ne durumda olursa olsun, arabadaki bir kir ya da toz sebebiyle, tüm günün stresinin kendisine patlamasını istemiyordu.

Tam bu esnada yine korkunç bir çığlıkla kemiklerinin donduğunu hissetti.

Havaya bakarak yürüyen Semih, Halil'in temizlik kovasına çarpmış ve tek ayaküstünde zıplayarak, acı ile bağırıyordu ki;
Bir anda evdekilerin, yine ne oldu diye çıkacakları endişesi aklına gelerek hemen sustu.

Allah'tan kovadaki su üzerine sıçramamıştı.
Yoksa bir kez daha üzerini değiştirmek için eve girmek zorunda kalacaktı.

- "Hemen gidiyoruz Halil buradan, duydun mu beni hemen dedim" diye dişlerini sıkarak seslendi.

Evdekiler olayı görmüşlerdi ancak, kim bu kadar üst üste gelen olayın ortasına dışarı çıkmaya cesaret edebilirdi.

Annesi;
- "kesin bugün bir şeyler olacak, hissediyorum, bunlar meleklerin işi, kaderine hazırlıyorlar oğlumu, Allah'ım sen bizleri ve oğlumu koru, ona kötü kader yaşatma" diye gözlerini yummuş ve dua ediyordu.

Sonunda arabaya binmiş ve selametle evden dışarı çıkmışlardı.

Yüzüne sürdüğü onca pudra ve krem nedeniyle bu sıcak havada bunaldığı belliydi Semih'in.

Halil bunu fark etti ancak, klimayı araçta başkası olmadığı sürece açtırmayan Semih'e;
- "klimayı açayım mı efendim" diyemedi.

Ancak Semih artık dayanamayacak hale gelmiş olmalı ki;
- "Halil arabanın üstünü aç lütfen" dedi.

Araba son model üstü açılan türden, spor bir arabaydı ve Halil;
- "her şeyin bir ilki var, demek ki arabanın üstünün ilk açılış zamanı bu günmüş" diye düşünerek arabanın üstünü açtı.

Yine de her ihtimale karşı yavaş gitmeli diye düşünürken, zaten az ilerde trafiğin durduğunu fark etti.

O duran trafiğin kuyruğuna mecburen girdiler ve herkes gibi onlar da beklemeye başladılar.

İleride bir şekilde kaza falan olmalı diye düşündü Halil...

Hırçın Kız 1.Kitap 3.Kısım için tıkla..

...