Hırçın Kız 1.Kitap 4.Kısım

Hırçın Kız 1.Kitap 4.Kısım
Çok kızgın olması gereken bir anda ona bakarken gülümsediğini fark etti ve bundan öfkeli bir rahatsızlık duyarak, hızlı adımlarla oradan otele doğru uzaklaştı.
Halil yapılması gerekenleri yaparak otele geldiğinde, Semih Bey’i, temizlenmesini bitirmiş ve sakin bir şekilde, havuz kenarında çayını içerken buldu.
- "çok şükür yeni bir olay yok karşımızda, her şey normale döndü galiba" diye mırıldandı kendi kendine.
Semih Halil'i gördüğünde, elini kaldırarak buradayım diye salladı.
Semih temiz elbiselerini giyindikten sonra arabalarına bindiler ve yarım saat sonra da nihayet ofislerine, başka bir kaza, bela ile karşılaşmadan ulaşmışlardı.
Ofiste proje üzerine yapılan sunum, günün aksiliklerinin tam tersine çok başarılı geçti.
Proje gerçekten mükemmeldi ve günde 960 vip müşteriye sunum hizmeti verebiliyordu.
Gerektiğinde bu sayı 1120 ye kadar çıkabiliyordu ve vip müşteri olmak için, yıllık en az 1.000.000.-TL alışveriş yapma zorunluluğu vardı.
İlk 100'e girecek olanlara, sonraki yıl tanınacak ayrıcalıkların cazibesi, müşterilerin bu rakamın çok üstüne çıkacaklarını öngörüyordu.
Neticede proje ayakta alkışlandı ve Semih aldığı övgüler sonucu, epeyce gevşeyerek günün stresinden kurtulmuştu.
Gerçi projenin ana yatırımcısı ve büyük ortağı, babaannesi Gülsün Hanım idi.
Ancak Semih, işinde aile ilişkilerini kullanmaya gerek duymayacak kadar profesyonel bir mimar ve aynı zamanda yönetici idi.Gülsün hanım, kökü Osmanlı'ya dayanan gerçek bir saraylı kadındı.
Ve servetinin sınırını ise kimse ölçemiyordu.
Bu kadın bir de yaramaz olmasaydı.
Gülsün hanım yetmiş yaşını çoktan aşmış olmasına karşılık, yirmi yaşında çılgınlar gibi yaşayan bir genç kız gibiydi.
Ev halkının eleştirilerinden çekindiğinden, evden gizlice kaçan ve nerede ne yapacağı belli olmayan, ele avuca sığmayan, enteresan bir kadındı.
Ve nihayet gün sona ermiş, akşam olmuş ve tüm aile akşam yemeğinde yine bir aradaydı.
Tün aile bireyleri, gerçek manada bir işi veya bir sözü ya da bir toplantısı yoksa, yemeği mutlaka evde yemeye özen gösterirlerdi.
Hepsi de birbirini gerçekten seven ve en azından günün bu yarım saatini, bir arada geçirmeye özen gösteren insanlardı.
Birinin dışarıda yemek için sözü bile olsa, yine de yemek vakti o sofraya oturur, beş dakika herkesle aynı havayı soluduktan sonra, izninizle diyerek yemek için giderdi.
Hatta gününü gün etmekle meşhur, babası Burak Bey ve babasının izinden giden, Semih'ten iki yaş küçük olan kardeşi Selim bile bu geleneğe uyarlardı.
Burak Bey gününü gün eden birisi olarak anılsa da, aslında çok değerli bir ahlâk yapısına sahip bir insandı.
Aslında halen ipleri elinde tutan ve hata yaptığına ender rastlanan bir anne ile bayrağı eline erkenden almış, tıpkı babaannesi gibi olan, bir büyük oğulun arasında, yapabileceği pek de bir şey yoktu.
Bu nedenle onların arasında ezilmemek adına, gününü gün eden rolünü benimsemişti.
Ve herkes de bunun farkında olduğundan sorun yoktu.
Küçük kardeş Selim'e gelince;
Müzik konusunda çok yetenekli olmasına rağmen, para derdi olmadığından, ticari olmayan tarzda müzik yapan
birisiydi.
Kendisi gibi olan bir arkadaş grubu vardı ve aslında kendileri için yaptıkları müzikleri dostlarıyla paylaşırlardı.
Yine de yaptıkları müzikler çok beğeni topluyor ve takip ediliyordu.
Esra haladan bahsetmiştik ve aynen dediğimiz gibi, evhamlı ve panik atak, 44 yaşında hiç evlenmemiş bir halası vardı.
Bu özelliği kimseyi rahatsız edecek türden değil, aksine komik denecek türdendi.
Çünkü kendisi için evhamlanmaz ve kendisine ait bir durumdan dolayı da, panik atak yaşamazdı.
Durumunun adını böyle koymuş olsalar da, o aslında benzeri olmayan bir sevgi ve merhametin, farklı bir şekilde dışa vuruşundan başka bir şey değildi.
Kış biraz sert geçse, doğadaki hayvanlar için endişelenmeye başlar, kış öyle devam ederse de yerinde duramaz ve ne olacak şimdi diye başlayan bir evham, elinden geldiğince bir şeyler yapma telaşıyla birlikte panik atağa dönüşürdü.
Kuşların göç yolunun üzerinde ve onların yaşamını etkiler diye başlayan panik atağı nedeniyle, elli üç katlı olarak yapımına karar verilen gökdelen, otuz dokuz kata düşürülmüştü.
Semih yapıda ustalığını kullanarak dönen, kıvrımlı bir yapı projesi kullanarak elli üç katı halasını üzmemek için ustaca otuz dokuz kat yüksekliğe sığdırarak bitirmişti.
Gece saat erken olmasına rağmen, evde hiç ses yoktu.
Günün temposundan dolayı herkes erkenden yatıp uymuştu.
Semih'in odasının camı da bir olay daha olmasın diye sıkı sıkı kapalıydı.
Ertesi gün, erken yatanlar erkenden de kalkmışlar ve kahvaltı masasında sohbet ediyorlardı.
Esra halanın elleri masanın altındaydı, muhtemelen masa örtüsü parçalanıyordu.
Baktığı yönün sürekli değişiyor olması da, panik atakta olduğunun işaretiydi.
Semih durumu fark etmiş ancak, direk sormanın panik atağı artırdığını daha önceki deneyimlerden hatırladığı için, direk olarak sormadı.
- "Anne sunumu tamamladım ve projeyi gündeme koymadan önce bir süre kafamı toparlamalıyım." dedi Semih ve
ekledi;
- "Halamı da çok ihmal ettim ve onunla gezmeyi de çok özledim.
Ne dersin onu alıp kaçırsam mı bir yerlere?"
Bu daha önce annesi ile konuşulmuş bir kalıptı ve özledim dendiğinde, Esra halanın şu an rahatsız olduğunun, çaktırmadan aileye haber verilmesi şekliydi.
Annesi Ayten Hanım ve babaannesi Gülsün Hanım da olayın farkına varmışlardı.
- "Halan orada, sen ordasın, oğlum ne isterseniz yapın." dedi Ayten hanım.
- "Hala sen ne dersin?" dedi Semih halasına dönerek.
Esra halanın gözleri dönmeye devam ederek;
- "Çok sıcak, çok sıcak var, pek çok dere yatağı kurumaya yüz tutmuş.
Orada yaşayan balıklar ne yapıyordur?
Ya o dere yataklarından su içen diğer hayvanlar ne durumdadır?
Ya tarlaları nasıl sulayacaklar?
Hemen, hemen, hemen bir şeyler yapmalı" diyerek modunu belli etti.
Bu anda Semih'in çok zekice ve uzatmadan, tek cümlelik bir cevap verme hakkı vardı.
Eğer iş derinleşirse, tüm aile birkaç günü perişan bir halde geçirecekti.
Semih sanki bir yerlerden ilham gelmişçesine;
- "Hala bir tek sen mi düşünüyorsun sanki bunu?
Bende günlerdir uyuyamıyordum ve sonunda çözüm buldum, merak etme sen." deyiverdi.
Esra halanın çarenin nerede olduğunu aramak için dönüp duran gözleri, bir anda durdu ve Semih'e yöneldi.
Elleri de masanın üzerine çıkıverdi bir anda.
Bunda Esra halanın, daha önce yaşananlar sonucu Semih'e olan güveni etkili olmuştu.
- "Canım benim buldun mu çözümü, Gerçekten de buldun mu?" diye sordu Esra hala.
Semih;
- "Evet, halacım sen rahat ol ben sorunlu bölgelere adamlarımızı gönderdim bile.
Ve gelen raporlara göre söylenildiği kadar büyük değil sorun.
Sorunlu üç bölge var ve yağışlar iyi olduğundan bölge barajları dolu zaten.
O barajlardan su salınacak ve dere yataklarının doğal dengesinin bozulması önlenecek." dedi.
Allah'tan çalıştığı yerden gelmişti bu defa soru.
Gerçekten de o barajlar bölgesinde müteahhitlik hizmeti veren sorumlu firma olduklarından, incelemeler yapılmış ve incelemelerle çözüm raporlarını da Semih daha önce okumuştu.
Esra hala bir anda normale dönüverdi ve;
- "güzeller güzeli yeğenim benim, sana en sevdiğin portakalların kabuklarından, bu gün hediye olarak taze
portakal reçeli kaynatacağım " dedi.
Semih;
- "Bir tek şartla kabul ederim hediyeni...
Eşref dedem, çiftlikten taze dut göndermiş.
Dut pestili de isterim reçelle birlikte" dedi.
- "Halası kurban olsun böyle güzel yeğene" diyerek, bir tür sevinç çığlığı attı Esra hala.
Eşref dede, Semih'in annesinin babasıydı ve çok varlıklı bir insandı.
Kızına misafir olmak dışında şehre indiğini kimse görmemişti.
- "şehir bizi köy de sizi bozar, herkes oturduğu yerde otursun...
Siz bana şehre gel derseniz, ben de sizi köye getirme gayretine girerim...
En iyisi misafirlik dışında, herkes istediği şekilde yaşasın." demiş ve o söz üzerine, bu konuda kimse kimseye ısrarcı olmamıştı.
Her ne kadar köyde yaşıyor dense de, çiftlik iki bini aşkın insanın yaşadığı bir bakıma, "korunma ve rehabilitasyon merkezi" gibiydi.
Nerede yetim var, nerde çaresiz var oraya sığınır ve sanki Tibet yaylasında yaşar gibi, çalışmaları karşılığı olarak her türlü ihtiyaçlarına orada ulaşırlardı.
Zamanla kendisini toparlayan insanlardan bazıları, el öpüp yüklüce bir helallik aldıktan sonra ayrılırken, kimileri de buradan daha iyi yer olamaz dünyada diyerek, tamamen oraya yerleşirdi.
