Hırçın Kız 1.Kitap 5.Kısım

...

Hırçın Kız 1.Kitap 5.Kısım

Siyasete ve hiç bir aşırılığa da izin vermezdi Eşref dede.

Yaşayanların çocukları için o bölgeye ziraat, veterinerlik ve güzel sanatlar olmak üzere, üç dalda hizmet veren özel bir üniversite bile kurmuştu.

Boş kalan kontenjanları ise, başvuru yapanlar arasında beceri ve akıl ile çözülebilecek yarışmalar düzenlemek suretiyle doldururdu.

Oranı hayatı bambaşka bir olaydı ve anlatılmakla değil, ancak gidip yaşamakla anlaşılabilecek bir şeydi.

Semih olsun, Selim olsun, her ikisi de orta öğrenim zamanında her yaz mutlaka bir ay gidip, orada ayrıcalıklı değil, herkes gibi yaşamışlardı.

Örneğin; meyve toplanması zamanı sadece toplayıcılar değil, orada yaşayan herkes bahçelerde olur ve muhteşem bir festival havasında, şarkılar, türküler, yarışmalar eşliğinde güle oynaya toplanırdı.

Koyunların kırkılmasından, odunların kesilmesine kadar her şeyin zamanı planlanmış ve her biri ayrı bir tatta, festival havasını yaşatır olmuştu.

Böyle olunca da, kimse mecbur olduğu için o işi yapıyor değil, tam aksine kendi festivallerinin geleceği gün, utanmamak için tüm yıl canla başla çalışır olmuşlardı.

Mahsul sonunda mutlaka çalışanların payları hesaplarına yatırılır, hiç paraya ihtiyaç olmasa da herkesin kendi özel güvencesi tesis edilmiş olunurdu.

Aslında olay çitlik olarak görünse de, dedesi bir tek kendi varlığına bağlı ve kendisinden sonra yok olup gidecek bir şey olmaması adına, çiftliği bir holding bünyesine dönüştürmüş ve her bir şeyden ayrı sorumlu, şirket ve birimler ile bunları denetleyen yönetim kurulları oluşturmuştu.

Semih, Halil'e dik bir bakış fırlattı. Bu bakışın anlamı çıkart beni buradan idi.

Bu konuda artık uzmanlaşmış olan Halil; - "Semih bey hemen çıkmazsak geç kalacağız" dedi.

Semih kimsenin bir şey sormasına fırsat vermeden; - "Halil haklı, size doyum olmaz, herkese güzel bir gün diliyorum, ben çıktım" diyerek ani bir kalkışla kapıdan çıkıverdi.

Bu çıkışla çıkmış oldular ve evde yapılacak bir şey kaldıysa da geri dönemezlerdi.

- "Halil kurtulduk masadan ama hiç işimiz yok nereye gideceğiz söyler misin?" dedi Semih.

- "Aykız Hanım’a söz verdik ya Semih Bey, gitmeyecek miyiz?" dedi Halil.

Semih Aykız adını duyduğu anda eskilerin deyişiyle şirazesi kaydı.

Yani akıl terazisinin dengesi kayboldu.

Aykız'ın yüzünü hatırlamaya çalıştıkça, kafasına dolanan ahtapot geliyordu gözünün önüne.

Gözünün önüne ahtapot geliyordu gelmesine de, nedenini bilemediği bir mutluluk hissini de beraberinde duyuyordu Semih.

Karmakarışık bir olaylar zincirinde oluşan, karmakarışık duygular içinden sıyrılıp, şu şudur demenin mümkün olmayacağını anlayan Semih;

- "Gidelim Halil gidelim.
Kaderimizde daha yaşanacak ne varmış gidelim de bir görelim, bakalım" dedi.

Arabaya binerek dün Halil'in Aykız'dan aldığı adrese doğru yola koyuldular.

Kırk dakika sonra verilen adresin olduğu bölgede idiler ve bambaşka bir dünyaya bakıyorlardı.

Aslında ortam Eşref dedenin ortamını andırıyordu sanki.

İnsanlar neşeli ve birbirlerine karşı dışarıdan bakana kaba görünse de, çok farklı ve de doğal bir nezaket içindeydiler.

Bir tür varoş bölge olmasına rağmen, tertemiz ve pırıl pırıl bir ortam vardı karşılarında.

Semih yolun kenarında oynayan çocuklardan birisine seslenerek;
- "delikanlı biz Aykız'ı arıyoruz nerede bulabiliriz" dedi.

Çocuk önce bir süzdü soruyu soranı ve zararsız olduğunu hissetmiş olmalı ki;
- "Aykız abla bu saatte şu ilerideki sahil var ya, işte o sahildeki balıkçıların yanındadır" dedi.

Semih çocuklara teşekkür ettikten sonra Halil, arabayı o yöne sürmek üzereyken çocuk;
- "O yoldan araba ile gidemezsiniz.
Ya arabayı buraya bırakıp şu aradan yürüyeceksiniz ya da araba ile gitmeniz gerekiyorsa, geldiğiniz yöne geri dönüp, buradan 3 önceki aralıktan içeri gireceksiniz" dedi.

Semih, çocuğun söyleyiş şeklinden, o üç önceki aralık sözünün sonuç değil epeyce zahmetli bir yol olduğu hissine kapılmıştı.

- "Halil arabayı uygun bir yere çekerek gel, ben burada bekliyorum seni" dedi.

Az sonra Halil arabayı park ederek dönmüştü ve o aralığa girdiler.

Aralığa girmişlerdi girmesine de, Semih'in aklına eskilerin;
"Hangi arada, nerede başınıza bunca dert açtınız?" sorgu deyişi geldi.

"Yoksa deyişte geçen bu ara mı acaba?" diye düşünmeye başlıyordu ki, bir an titredi ve kendine döndü.

O an ağzından;
- "Aklımıza asla kötü şeyler getirmiyoruz Halil ve bu sayede de kötü bir şey ile karşılaşmıyoruz." cümlesi dökülüverdi.

Halil söylenileni kavrayamamış bir yüz ifadesiyle;
- "Neyi nereden getirtiyoruz Semih Bey?
Özür dilerim tam anlayamadım" dedi.

Halil'in bu cevabı ve cümleyi anlamamış olmasına sevindi Semih ve
- "Halil boş boş konuşma da yürümeye devam et, ne kadar da uzun bir yolmuş bu...
Yolda neden bizden başka kimse yok" dedi.

Halil de saat 09.30 olduğu halde yolun bomboş olmasına anlam verememişti.

Birkaç blok daha geçmişlerdi ki bir hırlama sesi ile irkildiler.

Filmlerde duyulan büyük Asya kaplanının sesi kadar gür bir hırlamaydı bu.

Epeyce tırsmış bir vaziyette, biraz daha ne yapacaklarını bilemeden ilerlediler.

Çünkü geri dönseler o hırlamaya sebep olan neyse onların kaçtığını görüp, peşlerine düşecekti.

Her zaman olaylar karşısında Semih'e nazaran daha aklı başında gibi görünen Halil, neredeyse korkudan Semih'in sırtına tırmanacaktı.

- "Be be ben bir şey düşünemiyorum Semih Bey ne yapacağız şimdi?" diye, neredeyse korkudan ağlamaklı bir sesle sordu Halil.

- "Ne bekliyorduk ki Halil, ne bekliyorduk?

Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur derler değil mi?

Başımıza onca gelen şeyden akıllanmadık ve tuttuk bir de aslanın inine, ye bizi dercesine geldik Halil" dedi Semih.

- "Aslan, in, yemek, aslanın ini burası, aslan bizi yiyecek" diye ipe sapa gelmez garip konuşmaların ardından, olduğu yere düşüp bayıldı Halil.

Semih ne yapacağını bilmez bir haldeyken, kaçsa bir türlü, kalsa bir türlü o da kalakalmış ve düşünmeye çalışıyordu.

Kaçsa Halil'i bu canavarın eline ölüme terk etmiş olacaktı ki, bu vicdan azabı ile yaşayamazdı.

Kalsa ikisi de orada parçalanarak öleceklerdi ve bu korkunç acı veren bir ölüm olacaktı.

Semih tam bunları düşünerek bir çözüm aramaya çalışırken, hırlamayı daha da şiddetle duydu.

Bu defa hırlamaya zincir sesleri de eklenmişti.

Boş sokakta, tam olarak nereden geldiğini anlayamadıkları zincir sesleri ve hırlama yankılanırken, yakınlarda seyrettiği bir mitoloji filminde geçen cümleyi hatırladı;
"Cehennem' in bekçiliğini üç başlı cehennem köpeği Kerberos yapar."

- "Evet, bu kadar zincir sesi tek bir tasmadan çıkmaz.

Eyvah biz şimdi ne yapacağız?" diye kendi kendini doldurup, korkusunu artırıyordu.

O anda arkasından gelen güneş ışıkları, o ışıkları engelleyecek kadar büyük olduğu belli olan, bir gövde tarafından kesildi.

O gölge ile birlikte, zincir sesini ve hırlamayı bir kez daha duydu Semih ve bu onun son duyduğu şey olmuştu.

Evet, Semih de o anda bayılmıştı.

Kendine geldiğinde korka korka gözlerini kısık bir şekilde azcık açtı.

Bulunduğu odanın duvarı, birbirine iplerle bağlı ince kamışlarla kaplıydı.

Ve duvarda irili ufaklı pek çok bıçak ve geniş ağızlı palalar vardı.

Artık gözlerini daha fazla açmaya korkuyordu ki, işte şimdi asıl korktuğu şeyle karşı karşıyaydı.

Odanın kapısı gacırdayarak yavaş bir şekilde açılırken, içeriye neyin gireceğini korku ve endişe dolu gözlerle bakarak bekliyordu.

O esnada;
- "Allah'ım sen beni koru ne olur...

Bu güne kadar hep senin hoşlandığın şekilde yaşamaya ve senin sevmediğin şeylerden kaçınmaya çalıştım.

Bilmeden yaptığım hatalar varsa da, ne olur affet beni ve koru Allah'ım" diye dua ediyordu.

- "Allah'ım hatta bu olaylara sebep olan Aykız'ı bile tüm kalbimle affettim, sen de beni affet ve koru" diyerek duasına ekledi.

Semih bu duaları ederken kapı açılmış ve içeriye ne olduğunu bilmediği bir varlık girmişti.

Gözlerini açamıyor ve uyanmış olduğu anlaşılmasın diye, mümkün olduğunca yavaş nefes alıp vermeye gayret ediyordu.

O esnada başından sol kulağına doğru, ıslak bir şeyin yavaş yavaş sürünerek hareket ettiğini hissetti.

Kalbi neredeyse çarpıntıdan patlayacaktı ki, duyduğu ses ona hayatını sanki yeniden vermişti.

Hırçın Kız 1.Kitap 6.Kısım için tıkla..

...