Hırçın Kız 1.Kitap 6.Kısım

Hırçın Kız 1.Kitap 6.Kısım
Bu bir insan sesiydi ve insanın ancak rüyalarında görebileceği bir peri kızının, yumuşacık, sıp sıcacık sesiydi.
Biraz daha kendini verdiğinde, bu güzel dediği ses ona kızıyordu ve çok da tanıdık bir sesti.
- "Oh hoooo, amma da hanım evladıymış bunlar, yarım saattir kendilerine gelemediler" diye seslenenin, Aykız olduğunu anladı.
Sanki yeni uyanıyormuşçasına hafif inleme taklidi yaparak;
- "Neredeyim ben, ne oldu bana, Halil, Halil nerede?" diye konuşarak gözlerini açtı.
İlk önce sol kulağına doğru kayan şeyin, alnına koyulan ıslak bez olduğunu anlayıp rahatladı ve karşıya
baktığında;
Daha önceki karşılaşmalarında 60'ların hippilerinin taktığı türden bir bandana olduğundan, saçlarını tam olarak
göremediği Aykız, saçları bandanasız olarak arkasından vuran güneşin de etkisiyle, eşini görmediği güzellikte
bir peri kızı gibiydi.
Semih yavaşça doğrulmaya çalışırken, Aykız onun doğrulmasına yardım etmek için gelip, sağ kolunu başının arkasına sokarak ve sol koluyla da, sağ yanından tutarak destekledi.
Semih o an hiçbir parfüm sürünmediği halde, bu kadar güzel bir kokunun o kızdan nasıl yayıldığının hayranlığı içindeydi.
Aykız'ın ona temas eden vücudu nedeniyle artan kalp çarpıntısı, iki sokak öteden duyulabilirdi.
Aykız da bunu hissetmiş olacak ki bir anda geri çekildi ve
- "Geçmiş olsun, iyisiniz şimdi sanırım" dedi ve ekledi;
- "Ancak anlamadığım bir şey var. O araya neden girdiniz siz?
Orası hem çıkmaz sokak, hem de o sokaktan daha önce balıkhaneye gelip balık çalanlar olduğundan, balıkhane duvarına yakın yerde bizim reis bağlıdır.
Reis asla kimseyi o duvara yaklaştırmaz." dedi.
- "Reis bizim maskotumuz olan bir kangal köpeğidir." dedikten sonra.
- "Yok, yok olamaz siz duvara bağlı ve üstelik size havlamamış bir köpekten korkmuş olamazsınız.
Siz yine o üstü açık arabayla geldiniz bu sıcakta buraya ve güneş çarptı tabi sizi" dedi tebessüm ederek.
Semih rezil olmaktan kurtulmaları için Aykız'ın araladığı kapıdan hemen dışarı çıkarcasına;
- "Bağlı köpekten ne diye korkalım, kesin bizi dediğiniz gibi güneş çarptı sanırım" dedi.
Aykız'ın hadi öyle olsun, yaptığım güzelliği de unutmayın dercesine, kıkırdamasını da durdurmak adına
Semih;
- "Halil nasıl o da kendine geldi mi?" diye sordu.
Aykız onun daha önce kendine geldiğini ve dışarıda çay içtiğini söyledi.
Semih derin bir iç çekerek;
- "Benim de boğazım kupkuru, bana da çay var mı?" dedi.
Şu an soracağı her hesap, kendisinin daha da rezil olmasından başka bir işe yaramayacaktı.
Aykız golü atmış, hakem de bitiş düdüğünü çalmıştı çoktan.
Bu durumun farkında olan Semih, itirazlarının maçın sonucunu değiştirmeyeceğini gayet iyi biliyordu
- "bu günün yarını da var elbette" diye mırıldandı.
Aykız; - "Anlamadım" dedi.
Semih; - "Dirseğim ağrıyor sanırım bir yere çarptım, hadi bizde çay içmeye gidelim" diyerek konuyu geçiştirdi.
Bulundukları Depo’nun geniş kapısından dışarı çıkarlarken, karşıda oturmuş çay içen Halil'in, onları görünce gülmeye başlamasına anlam veremedi Semih.
Bir yerimde bir şey mi var gülünecek diye baktı ama anormal bir şey de yoktu.
Ancak Halil kendini tutmaya çalışırken halen gülmeye devam ediyordu.
Bunun üzerine kesin bir şey var diye düşündü ve durup tekrar kendini gözden geçirdi.
Yine kendinde anormal bir durum görememişti ki o an;
Aykız'ın onun koluna girmiş olduğunu ve sanki gelin ile damadın, bekleme odasından düğünün olduğu salona
girişleri gibi, bir görüntü içinde olduklarını fark etti.
Aykız onun, yeni kendine geldi ve tekrardan düşmesin diye tutmak adına koluna girmişti.
Aykız'ın durumdan haberdar olmadığını fark eden Semih, hafif sendeler numarası yaptı ve Aykız da, onu kolundan daha da sıkı tutarak sandalyeye oturttu.
Semih Halil'e öyle bir bakış atmıştı ki, Halil'in gülümsemesi o anda ciddiyete dönüşüverdi.
Semih'e de bir bardak çay gelmişti ve rahatlamış olarak içtiği çay, ona bal şerbeti kadar hoş gelmişti...
Semih;
- "Geçmiş olsun delikanlı" diye kendilerine seslenen, o babacan sesin geldiği tarafa doğru döndüğünde, eski Türk
filmlerindeki Hulusi Kentmen'i gördüğünü sandı bir an.
Kendisine seslenen sesin sahibi babacan edasıyla tebessüm ediyordu.
herkes oturma şeklini, onun tarafına doğru döndürdüklerine göre de, onların patronu olmalıydı.
- "Teşekkür ederim efendim, gereksiz heyecan yaşadık sabah sabah ama şimdi iyiyiz" dedi Semih.
Tayfun reis;
- "Benim adım Ragıp ama buradakiler Tayfun reis diye çağırırlar beni.
İyi olmanıza sevindim evladım.
Sanırım buraya gelmeye çalışırken yanlış aralığa girdiniz.
Burada ne işiniz vardı? Ne için geldiniz söyleyin bana" dedi.
Tayfun reis;
yirmi yıl önce tayfuna dönüşen şiddetli bir fırtınada, Çanakkale açıklarında herkesin ümidini kestiği bir
balıkçı gemisini, tüm o fırtına ve tayfuna rağmen, sanki tayfunu yararcasına içine dalmış ve batmakta olan
gemiden, denize dökülen denizcileri, sağ salim kurtarıp, ailelerine kavuşturduğu için bileğinin hakkıyla
kazandığı bu lakap ile anılıyordu.
Semih kendisine sorulan soruya ne cevap vereceğini düşündü bir an ve;
- "Tayfun reis ben sana bu Aykız'ı şikâyet etmeye geliyordum" dedi ve dün yaşananları ona özetledi.
Tayfun reis karşısındakini rencide etmemeye çalışarak gülerken;
- "Sen de pek bir talihsizmişsin evlâdım." dedi ve ekledi;
- "Bu anlattıkların insanın başına iki nedenden gelir...
Birincisi: çok kötü bir insansındır da, pek çok beddua almışsındır.
Sonuçta başına gelenler, Allah'ın gazabıdır ki, ben senin yüzüne ve konuşmana bakarak, kötü biri olmadığını söyleyebilirim.
İkincisi: Allah sevdiği hareketlerde bulunan kullarının başından, bu tür olaylar geçirerek, onun için kaderi değiştirir ve yeni, hoş bir gelecek verir ona.
Sanırım sen bu ikinci guruptansın.
Şimdi burada senin için hoş bir şeyler hazırlanıp, yepyeni bir kader yazılırken, buna sebep olanlardan davacı
olman sana yakışmaz evlâdım" dedi.
Semih'e, Tayfun reisin olayları bu şekilde yorumlaması, sanki bir rüya yorumlayan bilgenin sözleri gibi geldi.
Yaşanılanlar da düşünüldüğünde, sanki bir rüya gibiydi ve gerçekten de bu şekilde hiç düşünmemişti olayları.
- "Dün tüm olayları yaşarken son derece kızgındım ama şu an o kızgınlığım kalmadı zaten ve ben de düşününce gülüyorum" dedi Semih.
Tayfun Reis’in bu bilgece sözleri ve Semih'in kabullenir konuşması, ortamı tamamen yumuşatmıştı.
- "Yine de tüm bu olanların sebebi olarak Aykız'ın, sana bir özür borcu var sanırım ve bu özür öyle kuru kuruya olmaz" dedi Tayfun Reis.
Aykız bu söz üzerine;
- "ama reis..." diye cümlesine başlamıştı ki;
Tayfun Reis’in;
- "Sen sus bakayım yumurcak...
Nelere de sebep olmuşsun bir kaç saatte böyle." diyerek, kaşlarını çatmasıyla cümlesine devam edemedi ve sustu.
- "Şimdi şöyle güzel bir balık ziyafeti hazırla misafirlerimize ve karınlarını iyice bir doyur bakayım ki, onlar da senin özrünü kabul etsinler." dedi Tayfun reis.
Bunun üzerine Aykız balıkları hazırlamak için mutfağa geçti.
Tayfun Reis Semih'e;
- "Sen ne iş yapıyorsun söyle bakalım delikanlı" diye sordu.
Semih;
- "Mimarım efendim, uzmanlık gerektiren mimari çalışmalar yapıyorum" diye geniş cümle kurarak, yaptığı işin ev
yapan müteahhitlikten ayrılması yönünde de bilgi vermiş oldu.
- "Pek güzel bir mesleğin varmış delikanlı...
Allah muvaffak etsin" dedi Tayfun Reis ve Halil'i işaret ederek;
- "Yanındaki delikanlı kimdir?" diye sordu.
Semih bu soru şeklinden etkilenmişti.
Çünkü bu soru şekli kendisine bağlı olarak geçimini sağlayan pek çok insanı, etrafında barındıran bir bey ya da bir holding başkanının soru soruş şekliydi.
Konuşmanın dağılmaması için, karşısındaki en yetkili kişiye sorulurdu bu konuşmalarda sorular.
- "Bana bir kardeş kadar yakın bildiğim, yardımcım Halil efendim" diye cevapladı soruyu Semih.
- "Pek güzel bir insana benziyor O da...
Allah beraberliğinizi devam ettirsin" dedi Tayfun Reis.
